Amerikan Rüyası!

  Yıl 1948… Ülkemizin  yüzünü batıya "Büyük Güç"e döndüğü yıl 2. Dünya savaşının ağır faturalarından kurtulmak için Amerika Birleşik Devletleri'nden ekonomik kalkınma yardımı alınmıştır ve böylelikle büyük güç bizi kanatları altına almıştır.

  Amerika’yla tanışma serüvenimiz ne yazık ki bundan ibarettir. Dönemin iktidarı büyük bir beklenti içine girer. Planlara göre halkımız ekonomik bunalımdan kurtulup, refah ve mutluluk içinde yaşamlarına devam  edecek, Amerika’nın nimetlerinden bir bir yararlanıp yeni şekillenen Dünyada siyasi bir güç unsuru haline geleceğiz. (Bu düşünce aynı zamanda bizde farkına varamadığımız bir hastalığa neden olmuştur, o da: Amerika ile ilelebet dostluk kurma zorunluluğu hastalığı) Kısacası niyetimiz buydu. Aslına bakılırsa çok masum bir niyet. Peki bu beklentilerimiz neden  gerçekleşmedi? Neden hala ekonomisi güçlü olan dünya devletleri  arasında değiliz? Hiç düşündük mü? Veyahut ülkemizi kalkındıracak projelere çok daha eskiden imza atmaya  fırsatımız var mıydı? Gelin hep beraber inceleyelim.

  1945-1955 yıllarında dünya yeni bir sisteme doğru adımlar atmaya başlar. Esasen bu yıllarda sürekli barış sağlanacağı umulurken Amerika ve SSCB’ nin önderliğinde iki zıt kutup olarak dünya  devletleri  ikiye bölünür.  Bu dönem silaha başvurulmayan, yani sıcak çatışmaya dönüşmeyen soğuk savaş dönemidir.  
Artık Dünya devletleri saflarını belli etmişler ve politikalarını bu iki büyük gücün arzuları doğrultusunda sevk etmişlerdir.

  1960’lı yıllarda ise ülkemiz, uluslararası kaos ortamının yarattığı sıkıntıları bertaraf etmeye çalışırken, 27 Mayıs’ ta Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koyar.  Ülke yöneticilerinin ileri gelenleri tutuklanıp idam edilir ve ülkemiz yepyeni bir çıkmaza girer.

   Bu gelişmelerin ardından, kısa sürede ülkenin geneline yayılan üniversite gençliğinin ülke yönetimine ve Amerika’ya karşı protesto gösterileri yaygınlaşır. İş o kadar büyür ki,  İstanbul’da  6. filoya protesto gösterilerinde, karşıt düşünceye sahip gençlerin yer aldığı olaylarda, iki kişinin yaşamını yitirmesi ülkede sağ-sol gerilimini iyice tırmandırır.

  Gelelim 1970'li yıllara. Artan gerilimler ülkede ve idari yapısında önemli değişikliklere yol açmasına rağmen ülke genelindeki olayların önüne bir türlü geçilemez.  Bu yıllarda insanlarımızın beynine : "Sen solcusun", "sen sağcısın" yaftaları kazınarak büyük katliamlara yol açılır. Ülke büyük bir bunalımın içindedir ve buna acilen bir çözüm bulmak gerecektir.

Dönemin yetkili mercileri, bu sorunu tekrar darbe yaparak çözeceğine inanarak 80’li yıllara bambaşka keşmekeşlerle girerler.  Bu darbe sonucunda tekrar bir anayasa yapılarak sorunlar bitsin istenir;  ama gerçekten bitmiş midir? Kararı siz verin sayın okurlarım.

  2000’li yıllara gelindiğinde ise insan haklarından, özgürlüklerden dem vurulur; buna rağmen çok istediğimiz çağdaş muhasır medeniyetler arasına bir türlü giremeyiz. Günümüze değin etkilerini derinden hissettiğimiz gizil güçlerin 1950’lerden itibaren ülkemize girdiğini, girmekle kalmayıp palazlandığını ve bu güçlere katkı sağlayan mantığımızı değiştirmeden ülkemizde hiç kimsenin mutlu ve refah içinde yaşayamayacağını artık görmemiz gerekiyor. 
Dikkatlerinizi asıl çekmek istediğim nokta ise, bu süre zarfında ülke içinde ve dışında pek çok değişiklik yaşanmasına rağmen tek şey değişmiyor. “AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ile olan sarsılmaz dostluğumuz." Sahi bu durum size de garip gelmiyor mu?

O zaman gelin can alıcı soruyu birlikte soralım:

Yakın tarihimizdeki olayların Amerika Birleşik Devletleri ile bağlantısı var mı? 
Sorunun yanıtını siz değerli okuyucularımıza bırakıyorum...

Not:1947 -1951 yıllarında dış borcumuz 137 milyon dolar iken 2013 de ise 307 milyar dolar...



Category:
Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...