Can Dündar- Aşka Veda

  Şu sıralar Can Dündar'dan Aşka Veda'yı okuyorum. Bu kitap Can Dündar’ın aşk-aşksızlık ekseni doğrultusunda Türk toplumunun duygusal analizini yaptığı bir kitap olmuş. Can Dündar anlatmak istediklerini sade ama etkileyici bir dille yansıtmış okuyucularına bu kitapta.
Seneler içinde “aşk” ve “sevgi” kavramlarının Türk toplumu içinde hem anlam olarak hem de günlük yaşam telaşesi içinde nasıl bir değişim gösterdiğini başarıyla anlatmış. Baştaki hikayelere bakarak bu anlatımın, olumsuzluklar içeren; deyim yerindeyse "aşka küsmüş" yazılar olduğu düşünülse de kitabın devamında durumun böyle olmadığı ortaya çıkmaktadır. Siz siz olun, daha başında umutsuzluğa kapılıp kitabı bırakmayın. Yazar tüm bunlarla birlikte, aşkın vücutta yarattığı etkilerden yola çıkarak, edebiyatımızdaki aşk kavramını da hikayeler arasında başarıyla anlatılmış. Bu yönüyle de övgüyü fazlasıyla hak etmektedir.
  Lafı fazla uzatmadan, kitapta geçen iki örnek hikayeyle kitabı okumak isteyenlere ilham vermek istiyorum. Eğer Can Dündar’ı gazete köşe yazılarından takip eden biriyseniz yazdıkları size yabancı gelmeyecek, bu kitabı da beğeneceksiniz.  Can Dündar’ın yazılarıyla daha önceden hiç karşılaşmadıysanız bu kitap güzel bir fırsat sunuyor size yazarla tanışmak için.

Örnek Öyküler:

Eğer..

Onu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz…
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden, bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz… Ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin…
Onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain…
Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa…
Ve o, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp hüzünlendikçe ağlıyorsa…
Dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse…
Hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse…
Elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, onun yüzü pembeyse…
Kışlar ilkbaharsa yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar…
Her şiirde anlatılan oysa; her filmin kahramanı o… Her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa…
Bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez, özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa…
İştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa…
İştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa…
Eliniz telefonda yaşıyor, işaretparmağınızla ha bire onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız…
Mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken, “Keşke o anlatsa!” diye iç geçiriyorsanız…
Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü…
Özlemi, sol memenizin altında, tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu…
Hem kimseler duymasın hem cümle âlem bilsin istiyorsanız…
Onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse…
Ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse…
Gamze gamze tebessüm de onun içinse alev alev öfke de…
Bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzsuyu hürmetine…
Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa…
Dışarıda yer yerinden oynuyor ve “içeri”de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa…
Nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsan ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız…
Kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim…
Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa…
Her gidişte ayaklarınız “geri dön” diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla…
…O halde “Sevgililer Günü” sizin gününüz!..
“Çok yaşa”yın ve de “siz de görün.”

Yüzyılımızın Son “Sevgililer Günü”

"Sevgililer Günü"ne hazırlanan şehrin caddelerini arşınladım dün akşam...
Vitrinlerde kırmızı, tombul kalpler çarpıyordu heyecanla; her çiçekçi bir cennet bahçesi...
Kendine bahar yağmuru süsü vermiş bir sağanak, telaşlı yüzleri yalayarak, neşeyle gezindi sulusepken... damla damla öpücükler bıraktı beyaz gonca güllerin taze yaprakları üzerine...
Hiç sevgili olmamış bir çocuk, yoksulluktan çatallaşmış sesine, zoraki bir yalvarma tonu yamayarak, somurtuk bir çifte, alı mora dönmüş bir karanfil satmaya çabalıyordu; "sevgilinin başı için..."
"Başı kopasıca" diye geçirdi içinden genç kadın, yanındaki nemrut herifin kolunda sürüklenirken... Çiftleşirken başka çiftleri hayal ediyordu kaç zamandır...
Şık bir zampara, ikişer parmağıyla lastiğinden gerdiği, ortası kalpli kırmızı donu, mahcup tezgahtar kıza doğru uzatarak sözde beden tutturmaya çalışıyordu; bedenini hiç olmazsa bu sevgililer gününde bir eşle eşleştirebilme hasretiyle...
"Kendinize mi alacaksınız" sorusuna, "Hayır sevgilim için" yanıtını verdi ihanete uğramış güzel bir kadın, av malzemeleri satan bir dükkânda avcı bıçaklarını incelerken...
Köşedeki ihtiyar, telleri pas tutmuş siyah şemsiyesinin altında "Senede bir gün"ü çalıyordu, akortsuz kemanı, ağarmış saçları ve solmuş yanağıyla; "Yeter ki gel bana, senede bir gün..."
"Daha fazlası çekilmez zaten" diye söylendi, ağzı sakallarının içinde kaybolmuş bir berduş... "Beklemek kavuşmaktan güzel" diye ekledi, kemancının önündeki kaseye bozuk para atarken...
Kemancıyı dinlerken avucundaki fotoğrafı sımsıkı göğsüne bastıran mahzun bakışlı genç kız korktu bu tespitten; "Vuslat aşkı öldürür mü" sorusu saplandı yüreğime... Fotoğrafı biraz daha sıktı...
Mağazada alışverişte gördüğü kadına vurulan orta yaşlı bankacı, soyunma odasındaki boy aynasında vücudunu süzdü uzun uzun... Tanıdık gelen, lakin çok değişmiş bir eski dosta bakar gibi...
Hayran olduğu kadın da aynı anda, yan kabinde utanıyordu bedeninden... Aynadaki akisleri sırt sırtaydı. Korselerini takıp elbiselerini giydiler ve perdeleri açıp gülümsediler birbirlerine...
Aşk yapmaktan çok aşk filmi yapmış bir yönetmen, sanat galerisindeki "Sevgililer Günü" konulu söyleşide, "Yaşamak, zevk almaktır. Aşkınızı söylemekten çekinmeyin" diye bağırdı, ön sırada gözünü alamadığı kızı yeterince cesaretlendirdiğini umarak...
Televizyondaki tele-vaiz, "cimadan maksadın sadece zürriyet olmak icap ettiğini" vaazediyordu o sıralarda...
Kentin arka sokaklarında bir cumbanın perdeleri ardına gizlenen genç kız, gazetede önce ilk sayfadaki sevgililer günü duyurularını, sonra üçüncü sayfadaki namus cinayeti haberlerini okudu; bunaldıkça sokağa bakıp, "beyaz kamyonetli tüpçü"sünü kolladı, kendisini alıp götüreceği günün hayalini kurarak...
Tüpçü, bir Nataşa'nın kollarında "ilk koruma dersi"ni almakla meşguldü...
Sağanak, ıslak ellerini sokaklardan çekerken, hüzünlü bir hilal, boynunu uzattı kara bulutların arasından...
Gece, nemli bir şal gibi örttü kentin üstünü...
Kocaman gözleri olan bir kadın pencereden bakıp sevgiyi arandı.
Restorandaki permalı kız, "Bu, evlendikten sonraki ilk sevgililer günümüz olacak" dedi genç kocasına; müjde verir gibi değil, soru sorar gibi... Cevap alamayınca "Sevgilim, bana bakarken başka bir şey düşünür gibisin" diye diklendi; bunu söylerken başka bir şey düşünerek...
Üniversite öğrencisi genç, bilgisayar başında sanal bir sohbetin her satırına ayrı yalanlar döşeyerek, nefret ettiği bir sınıf arkadaşına ilan-ı aşk ediyordu, hattın öbür ucundakinin o olduğunu bilmeden...
"- Modern bir körebe oyunu oynar gibiyiz, değil mi" diye yazdı ekrana...
Az sonra yanıt geldi:
"- N'olur hiç açılmasın gözümüzdeki bağ..."
Ertesi sabah, sınıfta yan yana oturacaklardı.
Kanına şeytan girmiş bir kadın, arabasına aldığı iri göğüslü fahişeyi yolda mıncıklarken anladı gerçeği, "N'apiyim, kestirmeye vakit olmadı" deyip küfretti arabadan tekme tokat kovulan travesti... Kadın "Doğru dürüst sevgili bulmak ne kadar zorlaştı" diye öfkelendi dünyanın haline...
Bardan çıkan genç kız, kemerine astığı teybinin kulaklığından yayılan "Delikanlı ruhu" adlı parçayı içine çeke çeke bir süre yürüdü, sonra bir kuytu duvara yaslanıp, teybin sesini sonuna kadar açtı; "Sevgililer Günü'müz kutlu olsun" diye fısıldayarak damardan altın vuruş yaptı bedenine...
Yanda "3 film birden" gösteren sinema, Sevgililer Günü şerefine Pamela Anderson'un, Internet'in seks sayfalarından bedava kaydedilmiş son pornosunu gösteriyordu.
Yaşlı kemancı, tezgahı toplayıp evine dönerken nöbetçi eczanelerden birine girip Viagra sordu: "Bu aşka canımı adayacağım" diye mırıldanarak çıktı dışarı...
Kötürüm kocasına para götürebilmek için pavyon kapısında "sevgililere" gül satan kadına bir peri göründü sabaha karşı: "Dile benden ne dilersen" dedi:
"N'olur biraz yardımcı olun. Çok ihtiyacım var" diye sayıkladı kadın... "2 numara" diye bağırırken kendi sesine uyandı.
Gün çoktan ağarmış, kentte yüzyılın son sevgililer günü başlamıştı; yüzyıl sonuna özgü sevdalar ve sevdalılarla...
Category:
Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...