"Hak etmedim ben bunu zengin kızı, ben bunu hiç hak etmedim. Alacağın olsun senin. Senin de bitecek saltanat günlerin!" Fikriye
Halil İbrahim Özcan'ın Çankaya'nın duvaksız gelini Fikriye adlı kitabını, bu hafta sonu bir solukta okudum.
Öncelikle kitap, hakkında çok az şey bilinen Fikriye Hanım'ın hayatını anlatması bakımından çok özel bir öneme sahip. Atatürk ile oldukça yakın bir ilişkisi olan Fikriye Hanım, Ankara'da bir tren istasyonunun direksiyon binasında yaşayan Paşa'nın yanına taşınır. Evin düzeninden sorumlu olan Fikriye, burada Atatürk'ün giyim kuşamından, beslenmesine kadar ihtiyaçları için canla başla çalışır. Çocukluğundan beri Paşa'ya aşk besleyen kadın, aşkına beklediği ilgiyi bulamaz. Üstüne üstlük, Paşa'nın kardeşi Makbule Hanım ve Zübeyde Hanım'ın haksız eleştirilerine maruz kalır. Zamanla, sabrederek herkesin sevgisini kazanan
Fikriye, Paşa'nın da aşkına karşılık vermesiyle dini nikahla eşi olur. Duygusal anlamda her şey çok güzel devam ederken, İzmir'in kurtarılmasının ardından yaşanan İzmir Yangını ve sonrasında Fikriye'nin verem hastalığına yakalanması sonucunda her şey tersine döner. Paşa İzmir'de gönlünü sosyetik bir hanıma -Latife- kaptırmıştır bile. Bundan sonrası ise daha vahimdir. Zübeyde Hanım'ın hayata gözlerini yumması, Fikriye'nin Almanya'ya bir senatoryuma gönderilmesi ve Paşa'nın Latife Hanımla olan evliliğini "hayatının hatası" olarak tanımlaması sonucunda, Fikriye Hanım'ın Çankaya köşkünden kovulması sonucu canına kıyması kitapta oldukça trajik biçimde anlatılmış. Fikriye'nin ölümünün ardından, Atatürk'ün Salih BOZOK'a söylediği: "Hayatta iki kadın beni sevdi: biri sadece beni; öteki mevkimi" sözü anlatmaya yetiyor her şeyi. Ayrıca Paşa'nın Sofya ateşeliği görevindeyken, ilk aşkının da anlatıldığını söylemeden geçmeyelim. Kitabın başında, uzunca bir bölüm inkılap tarihine ayrılmış. Ayrıca kitapta kaynağı belirtilmemiş bazı olaylar kesin kanıtlara dayandırılamamış. Tüm eksiklerine rağmen, anlatımı akıcı; bilgi verici bir eser olduğunun altını çizmem gerek.
İyi okumalar dilerim.