Semih GÜMÜŞ ile Yaratıcı Yazarlık...

  Yakın zamanda, 19 Mayıs tatili dolayısıyla ziyaret ettiğim Diyarbakır kitap fuarında üstad Semih GÜMÜŞ'ün konferansına katılma olanağı buldum. Dolu dolu geçen üç saate yakın bir sürede: Edebiyat, sanat ve yaratıcı yazarlık konusunda çok değerli paylaşımlarda bulunduk. Bu yazımda, konferans notlarıma yer vermek istedim. 


  Öncelikle Semih GÜMÜŞ'ü tanımayanlar için kısa bir giriş yapmam gerekirse:1956’da Ankara’da doğan yazar, 1981’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İlk yazısı aynı yıl "Yazko Edebiyat" dergisinde yayımlandı. 1981-1985 yıllarında "Yarın" dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapan yazar 1995’ten beri "Adam Öykü" dergisinin genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor. Çeşitli konularda yazılmış denemeleri,  incelemeleri ve öyküleri bulunmaktadır.
  Blogu takip edenler görmüştür, "ne okuyoruz" köşesinde Gümüş'ün son çıkan kitabı, "Yazar Olabilir miyim?" eserinin tanıtımını yapmıştım. Edebiyat hakkında görüşlerini aktardığım yazarı, kanlı canlı karşımda görmek benim için oldukça sürpriz oldu. Konferansta bahsedilenlere geçersek: Öncelikle yazar, konusu yaratıcı yazarlık olan bu konferansta neler öğrenebileceğimizi, ne kadar öğrenebileceğimizi kısaca ifade etti. Edebiyatın tanımıyla sözlerine devam etti. Gerçek edebiyatın, en eski zamanlardan beri değişmemiş insan kavramına atıfta  bulunan bir sanat alanı olduğunu söyledi. Yaratıcı yazarlık için olmazsa olmaz kavramları şöyle sıraladı:

  • 1) Dil: Edebiyat dille yaratılır. Dil varsa edebiyattan söz edilebilir. Gerçek edebiyatçının ne anlatığı her zaman ikinci  plandadır. Aslolan neyi değil, nasıl anlattığıdır.
  • Bir ilköğretim ders kitabında 2000 sözcük bulunurken, bir sanat dergisinde bu sayı 4000'e kadar çıkmaktadır. Bir yaratıcı yazarın belleğinde ise tahmini 10.000 sözcük bulunur. Tüm bu verilerden yola çıkarsak 120.000 kelimelik Türkçe  sözlüğün çok az bir kısmının kullanıldığı aşikardır. O halde iyi bir yazarın sözlük okuması; keşfettiği sözcükleri yazınında kullanmaya çaba göstermesi, yazara değer katan bir özelliktir.
  • Dil yavaş kullanılmalıdır. "İlk dize tanrı vergisidir, devamı size kalmış." Örneğin, roman yazılırken yavaş davranılmalı, içinden çıkılamayacak durumlara düşmemek için yazım konusunda acele edilmemelidir. Bu sebeple ilk cümle ipin ucudur diyen üstad kendi yazınında da, ilk cümleyi oluşturmasının ardından uzun zaman üzerine düşündüğünü aktarıyor.
  • 2) Gerçeklik: Okuru metne bağlayan yegane fikir, yaşanılanların gerçek olduğunu düşünmesidir. Dan BROWN kitaplarının, anlattığı merkezlerde turizmi arttırması bununla ilgilidir. Gerçekliğin asıl kaynağı gerçek hayattır. Gerçek hayatı anlatan yazar başarılı olsa da, hayat kendi başına özgün değildir. Onu özgün yapan, yazarın bakış açısı ve konuyu ele alış biçimidir.
  • Times nehri, londra'nın içinden binlerce yıldır geçmektedir; ancak insanların nehrin güzelliklerini keşfetmeleri, bir ressamın nehri resmetmesiyle mümkün olmuştur. İşte gerçek hayattan edebiyat üretmek buna benzer. 
  • Kurmaca- gerçek ikilemi, okura: "Burayı hiç böyle görmemiştim. Bu konuyu böyle düşünmemiştim" dedirtebilmektir. meşhur yazarlardan Umberto EKO: "Büyük edebiyat eserleri, birer peri masalıdır. Ancak bu peri masalları olmasaydı, gerçek edebiyat hiçbir zaman var olmayacaktı." demiştir. Yazarın "Genç bir romancının itirafları" adlı eserini de okumanızı tavsiye ederim.
  • Yeri ve zamanı gelir ki edebiyatın gerçeği, hayatın gerçekliğine üstünlük kurar. Örneğin: Nazi Almanyasında, Hitler'in, mahsende vücuduna zehir enjekte ederek öldüğü bilinmektedir. Anna Karalina romanında ise, Anna'nın kendisini trenin altına atıp intihar ettiği bilinmektedir. Bunlardan Hitler için ortaya atılan iddia, günün birinde yalanlanabilir. Çünkü tarihi gerçekler ortaya çıkar ve olayın bu şekilde olmadığı ortaya çıkabilir. Ne var ki Anna Karalini için söylenenler asla değişmeyecektir. O halde edebiyat, gerçek hayattan da daha gerçek olmayı başarabilmektedir.
  • 3) Felsefe- Edebiyat ilişkisini kurmak: Felsefe ile edebiyat çok yakın bir ilişki içerisindedir. Felsefede de mükemmele ulaşmak olmadığı gibi, edebiyatta da bu mümkün değildir. İyi bir edebiyatçının etkin bir gözlemci olması ve sorgulayabilmesi şarttır. Bu yüzden de felsefeden yararlanılması gereklidir.
  • 4) Doğru Okuma Biçimi: İyi bir yazar olabilmek için, mutlaka doğru bir okur olmak gereklidir. Okumak ve yazmak kavramları birbiriyle iç içedir.
  • Bir edebiyat eserini okurken, salt konusunu öğrenmek için değil; ayrıntısıyla, nasıl yazıldığına dikkat ederek okumak,  eseri doğru okumaktır. Bu sebeple yazım tekniğine dikkat etmek, bunlardan kendimize uygun olanlarını kullanmak üzere öğrenmek, yaratıcı yazar için olmazsa olmazdır. Yazınsal dile sahip olan kişi, yazma konusundaki tüm kapıları ardına kadar açar. 
  • Ünlü bir yazar: "Kitaplar kitapları, yazarlar yazarları doğurur." demiştir. Bu söz çok yerinde ve doğru bir sözdür. Tartışmasız her eser, kendinden öncesinden etkilenmiş, sonrasını da etkilemiştir. Örneğin, romanına yeni bir soluk arayan Kafka, bir sanat günü dolayısıyla, Albert Einstein ile tanışma fırsatı bulmuş ve bu bilim adamının Rolative kuramından hareketle ilk romanı "Dönüşümü" kaleme almıştır. Dönüşüm, yazın alanında bir çığır açmış ve Gabriel Garcia Marquez'in Meşhur eseri "Yüz Yıllık Yalnızlık" romanına ilham kaynağı olmuştur. 
  • Uzun lafın kısası: Yazın dilinin farkında olan, doğru okuyan; gözlem yeteneğini geliştiren bir kişi, günün birinde mutlaka yazmaya da başlayacaktır.

Tüm bu bilgilerle birlikte, sık sık düşünce paylaşımı yapmış olmanın ve bunları samimiyetle dile getirmemin mutluluğuyla sona eren konferans hedefine ulaşmış oldu. Bu güzel sohbet için Semih GÜMÜŞ'e teşekkürlerimi iletiyorum.

Yeni yazılarda tekrar buluşmak dileği ile, saygılarımı sunarım.

Category:
Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...