Yüzlerce metre yer altı ekmek aradığımız.
Toz duman gazlardır nefes aldığımız.
Biz madenciyiz;
Maaşımız açlık sınırından,
İşimiz en ağırından!
1882 yılında Bahriye Nezaretinden (Deniz Kuvvetleri) terhis olan gemici Hacı İsmail, benim de doğduğum, büyüdüğüm yer olan K.d.z. Ereğli’nin Kestaneci Köyü'nde bulduğu o zamanların ifadesi ile "kara taşlarıyla" birlikte (taş kömürleri), II. Mahmut’un huzuruna çıkarılmış; fakat bulduğu taş kömürlerinin üretimine başlanamamıştı. Yedi yıl sonra ise Bahriye Nezaretinden terhis olan Uzun Mehmed, Kestaneci Köyü, Köseağzı yakınlarında, 8 Kasım 1829'da bulduğu taş kömürünün üretimini ciddi şekilde ele almıştır.
Nihayet kömür işletme faaliyetlerine 1848 yılında başlanacak ve Türkiye kısa sürede koklaşabilir kömür italatçısı ülke durumuna gelecektir.
Günümüze gelindiğinde sanayileşmeyle birlikte maden tesislerinin sayısı da artmıştır. Bu artış ihmalden kaynaklanan birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların en başında da maden kazaları sonucu yaşamını yitiren işçiler gelmektedir. Ana haber bültenlerinde hemen hemen her ay maden ocaklarında çalışan maden emekçilerinin acı hikayeleri ile maalesef karşı karşıya kalırız. Her yeni güne ölüm korkusuyla başlamaları, sevdiklerinden ayrılacak olmanın verdiği tereddütle evlerinden işlerine gitmeleri onların ölümden korkmayan gerçek birer kahraman olduklarının kanıtı olsa gerek. Ekranlarda ise emekçi ailelerinin korku dolu gözlerle, yerin en az 400 metre altından gelecek haberleri umutla, korkuyla beklediklerine; ülkemizde yaşanılan sıradan olaymış mantığıyla, an ve an şahit oluruz. Sıradanlaşmış diyorum çünkü Türkiye ölümlü maden kazaları sıralamasında ne yazık ki birinci sırada yer alıyor. Toplum olarak bu tür olayları kanıksamış durumda olup nedenlerini kadere, batıl inanışlara, teknik araştırmalardan çok uzak düşüncelere sığındırıyoruz. Aslına bakılırsa şu istatistik veriler aslında maden işçilerinin ne kadar zorlu ve emeklerinin karşılığını alamayarak yaşamlarını hiçe sayan bir ortamda çalıştıklarını gösteriyor:
Günümüze gelindiğinde sanayileşmeyle birlikte maden tesislerinin sayısı da artmıştır. Bu artış ihmalden kaynaklanan birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların en başında da maden kazaları sonucu yaşamını yitiren işçiler gelmektedir. Ana haber bültenlerinde hemen hemen her ay maden ocaklarında çalışan maden emekçilerinin acı hikayeleri ile maalesef karşı karşıya kalırız. Her yeni güne ölüm korkusuyla başlamaları, sevdiklerinden ayrılacak olmanın verdiği tereddütle evlerinden işlerine gitmeleri onların ölümden korkmayan gerçek birer kahraman olduklarının kanıtı olsa gerek. Ekranlarda ise emekçi ailelerinin korku dolu gözlerle, yerin en az 400 metre altından gelecek haberleri umutla, korkuyla beklediklerine; ülkemizde yaşanılan sıradan olaymış mantığıyla, an ve an şahit oluruz. Sıradanlaşmış diyorum çünkü Türkiye ölümlü maden kazaları sıralamasında ne yazık ki birinci sırada yer alıyor. Toplum olarak bu tür olayları kanıksamış durumda olup nedenlerini kadere, batıl inanışlara, teknik araştırmalardan çok uzak düşüncelere sığındırıyoruz. Aslına bakılırsa şu istatistik veriler aslında maden işçilerinin ne kadar zorlu ve emeklerinin karşılığını alamayarak yaşamlarını hiçe sayan bir ortamda çalıştıklarını gösteriyor:
1941 yılından itibaren maden kazalarında 3 bin 712 kişi hayatını kaybetmiş. İlginç olan durum ise maden kazalarının 1878 yılında 1 kişinin hayatını kaybetmesiyle başlayan süreç, 1941 yılına kadar 4 binin üzerinde insanın hayatını kaybetmesine neden olmuş. Demek istediğim şu ki: 1848 yılında ölümlerin başladığı bu süreç 1941 yılına kadar 4 binin üzerinde insanın, 1941 yılından günümüze kadar ki süreçte ise 3 binin üzerinde insanın hayatına son veriyor ve ailelere tarifi imkansız acılar yaşatıyor. Mantıklı olarak düşündüğümüzde yukarıda verilen istatistik verilerde bile bir yanlışın olduğunu, gelişmiş iş teknolojilerinden yoksun olduğumuzu ya da ihmalkarlıklarımıza gün geçtikçe bir yenisini eklediğimizi görüyoruz. Halbuki günden güne gelişen teknolojileri, işletmecilik olanaklarını, sağlık koşullarını, iş güvenliklerini, artan denetim mekanizmalarını düşündüğümüzde bu tür faciaların günümüze geldikçe daha az olması gerekiyor; fakat durum ters bir ivme kazanmış durumda. Kaza sonrası yapılan araştırmalar da maden kazalarının çoğunun önlenebilir nitelikte olduğu gösteriyor. Kazaların başlıcalarına: Göçükler, nakliyat, malzeme taşıma, işletmecilik hataları ve her kademede başgösteren eğitim yetersizliği gibi nedenler etken oluyor. Durumun böyle olması akıllara: İşçiye, emeğe her şeyden öte "insana" verilen değeri getiriyor. Hala bu yaşanılanlara kayıtsız kalınması ise üzerinde düşünülmesi gereken, üzücü konuların başında geliyor.
Maden işçilerimizin sıkıntıları bunlarla kalmıyor ve meslek yaşamları sırasında ve sonrasında birçok amansız hastalığa da yakalanıyorlar. Bunların başında pnömokonyoz hastalığı denilen meslek hastalığı başı çekiyor. Mineral tozların solunmasına bağlı gelişen bu akciğer hastalığı işçi hayatını tehdit etmeye yetiyor. Ayrıca yılda 20 katrilyon, günde de 2 milyon lira maddi işgücü kaybına yol açtığı ifade ediliyor. Veriler, maden kazalarının ülke insanına ve ülkeye ne kadar zarar verdiğini bizlere açıkça gösteriyor.
Acaba düşünüyorum da sevgili okurlarım Uzun Mehmed bu yaşanılanları bilseydi kara taşları bulduğuna pişman olur muydu?
Maden kazaları toplum üzerinde o kadar derin travmalara yol açmış ki sanata, edebiyata konu olarak birçok şairimiz maden işçilerini konu alan sayısız şiirler, besteler yapmış. Yazımın başında bir bölümünü yazdığım, sevgili Özcan AKKUŞ’un kaleme aldığı BİZ MADENCİYİZ, şiirini siz sevgili okurlarıma paylaşmak isterim.
Maden işçilerimizin sıkıntıları bunlarla kalmıyor ve meslek yaşamları sırasında ve sonrasında birçok amansız hastalığa da yakalanıyorlar. Bunların başında pnömokonyoz hastalığı denilen meslek hastalığı başı çekiyor. Mineral tozların solunmasına bağlı gelişen bu akciğer hastalığı işçi hayatını tehdit etmeye yetiyor. Ayrıca yılda 20 katrilyon, günde de 2 milyon lira maddi işgücü kaybına yol açtığı ifade ediliyor. Veriler, maden kazalarının ülke insanına ve ülkeye ne kadar zarar verdiğini bizlere açıkça gösteriyor.
Acaba düşünüyorum da sevgili okurlarım Uzun Mehmed bu yaşanılanları bilseydi kara taşları bulduğuna pişman olur muydu?
Maden kazaları toplum üzerinde o kadar derin travmalara yol açmış ki sanata, edebiyata konu olarak birçok şairimiz maden işçilerini konu alan sayısız şiirler, besteler yapmış. Yazımın başında bir bölümünü yazdığım, sevgili Özcan AKKUŞ’un kaleme aldığı BİZ MADENCİYİZ, şiirini siz sevgili okurlarıma paylaşmak isterim.
Değerli madencilerimize insan onuruna yakışır bir yaşam dileklerimle…
MADENCİYİZ BİZ
Biz madenciyiz;
İşimize besmeleyle başlarız,
Azrail ile kol kola çalışırız.
Biz madenciyiz;
Her gün sevdiklerimizle vedalaşmaya alışığız,
Yarını düşünmeye bugünden başlarız.
Biz madenciyiz;
Emeği alınmamış teri alnında kapkara.
Umutları serpilmiş gelmez baharlara.
Biz madenciyiz;
Dualarla yaradana sığınırız,
her gidişi omuzlarda dönmeyle bekleriz!
MADENCİYİZ BİZ
Biz madenciyiz;
İşimize besmeleyle başlarız,
Azrail ile kol kola çalışırız.
Biz madenciyiz;
Her gün sevdiklerimizle vedalaşmaya alışığız,
Yarını düşünmeye bugünden başlarız.
Biz madenciyiz;
Emeği alınmamış teri alnında kapkara.
Umutları serpilmiş gelmez baharlara.
Biz madenciyiz;
Dualarla yaradana sığınırız,
her gidişi omuzlarda dönmeyle bekleriz!