Evvel Zaman...


  Doğu da öğrenci olmak… Ben bunu beş yıl önce ücra bir köyde, bir öğretmen gözüyle görmeye başladığım zaman, daha ilk günden işlerinin ne kadar zor olduğunu anlamaya başladım. Şaşkındım, Soğuk bir kış günü istemeyerek okula geldiğimde ilk karşılaştığım manzara: Çocukların üst üste kıyafetler giymiş bir vaziyette üşüyerek sınıfta beni  beklemeleriydi.

 Çocukların heyecanını gözlerinden okuyordum. Acaba bu öğretmenimiz kim, ne kadar süre bizi okutacak der gibi meraklı gözlerle beni süzüyorlardı. Sınıftaki öğretmen masasına oturup kahverengi kaplı yoklama defterinden sınıf listesini almaya çalışırken, içlerinden biri sanki bu dünyanın tüm yükünü sırtında taşır gibi usulca yanıma yaklaşıp: "Öğretmenim ben sınıfı geçerim" diye tatlı bir tebessümle soru sordu. (Bilenler bilir soru  eki  kullanılmaz buralarda.) Öğrencimin korku dolu gözlerle benim vereceğim cevabı beklemesi, zaten soğuk olan sınıfta yüreğime sıcacık bir havanın girmesine vesile oldu. Yaşıtlarına göre nispeten kısa boylu, kıvırcık saçlı, renkli gözlü; yüzünde hafif hafif küçük çilleri olan bu güzel çocukta, hem yeni bir öğretmenin gelmiş olmasından kaynaklı korku; hem de öğretmeninin gözüne bir an önce girip sınıfı geçmenin telaşı vardı. Bu soru üşüyen ve tedirgin olan çocukların rahatlamasını sağladı. Birbirimize alışma süresini kısalttı. 
  Aslında ben çocukların değişen -inanılması zor ama- altıncı öğretmenleriydim. Sanırım yedinci öğretmenlerini göreceklerinden bir haberlerdi. Sahi İlkokul üçüncü sınıfa gidip de altıncı öğretmenlerini görmek çocuklar için ne kadar zordur siz düşünün. Öğretmenlerinin neredeyse her dönem değişmesi çocuklarda yarası kapanamayacak derin izler bırakmış. Her gelen öğretmen yeni bir metot yeni bir plan uygulamış, tıpkı benim yaptığım gibi. Çocukların eğitimsel anlamda enkaz yığınına dönmesi onlar için kaçınılmaz bir son olmuş. Bu durum karşısında daha okuma yazma kazanımını elde edememiş öğrencilere tekrardan okuma yazma mı öğretmeliydim yoksa müfredatın verdiği konuları mı yetiştirmeli miydim, ya da dönem sonunda sınıfın çoğunluğunu sınıfta mı bırakmalıydım? 
  İnşası yeni tamamlanmış bir okulda, tüm ayrıntıların tamamlanmış olup, eğitim öğretime hazır bir şekilde öğrencilerin kendi dersliklerinde eğitim görmeleri gerekirken buradaki çocuklar anlamlandıramadıkları bir şekilde üşüyorlardı. Termometrelerin eksilerde olduğu sınıfta bir şeyler öğrenebilmeyi  istemek çocuklarım için başarılarının en büyüğüydü. Sanırım onlar şanslıydı çünkü her ne kadar üşüseler de onların kaloriferli bir okulu vardı ve en kısa zamanda bu sorundan kurtulup üşümeyeceklerdi. Aslına bakılırsa ben de kendimi garip bir şekilde şanslı görmeye başladım, en azından okulumuz kaloriferli olduğu için. Çünkü biliyordum etrafımdaki bir çok okulun sobayla ısındığını. Zamanla okulumuzun ihtiyaçları karşılanmaya, eksikleri ise giderilmeye başlandı. Böyle olması öğretmenler ve çocuklarımız için sevindiriciydi. Eksiklerin giderilmesi motivasyonumu daha da arttırıyor, daha fazla özveriyle çalışmamı sağlıyordu. Bununla beraber bu durum öğrencilerime olumlu bir şekilde yansıyordu. Öğrencilerim önemsendiklerinin farkına varıyorlardı ve bu da onları mutlu ediyordu. 
  Bazen düşünüyorum da onların içinde bulundukları coğrafya, bulundukları fiziki şartlar, yaşayamadıkları sosyal şartlar onları önemsiyor muydu? İnanın hiç sanmıyorum. Hayata dair bir beklentisi olmayan, geleceğe umutla bakamayan, velhasıl kaderlerinin başkalarının elinde olan çocuklara ders anlatmak kendi kendine konuşmaya benzer. Ders anlatırken söylediklerini yalnız kendiniz duyarsınız gibi olur. Anlattıklarının onlar için bir anlamı yoktur ki. Gerçi anlamak istese de bir gün önünün kesileceğini umutlarının söneceğini bilir. "Nasıl olsa babam beni okula göndermeyecek" düşüncesiyle hareket ettiklerinden aslında o çok sevdikleri okula, okuma aşkına ne yazık ki küsmüşler. Genelleme yapmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama Doğuda eğitim gören öğrencilerimizin çoğunluğu bu yanlış anlayış içinde kendilerine fırsat dahi vermeyen coğrafyalarında azgın bir denizin altında kalmış kaybolan hazine gibi unutulmuşlar. Çocuklar bir nevi öğrenilmiş çaresizliği farkına varmadan kabullenip, eğitim kitaplarına örnek teşkil edecek şekilde yaşıyorlar. 
  Şunu düşünmemek elde değil: Batının herhangi bir yerinde ailelerin tüm imkanlarını seferber ederek çocuklarının okumalarını isterken çocukları da bu fedakarlığa kayıtsız kalırlar. Buradaki durum ise tam ters yönde cereyan ediyor. Ailelerin istemsiz yönde hareket etmelerinden dolayı buradaki kimi çocuklarımız her şeye rağmen başarılı, kimi çocuklarımız ise onları hiç ilgilendirmeyen, onların elinde olmayan imkansızlıklardan ötürü hak etmedikleri hayata devam ediyorlar.
    Doğuda öğrenci olmanın bir zorluğu da sevgili okurlarım Türkçeyi okulda öğrenmeleri oluyor. (Bu öğretmenlerimizi de en çok zorlayan, yoran bir hadise.) Öğrenciler okullarda yepyeni bir dille tanışıp ve bu dil ile eğitim hayatlarına devam etmeleri zorunda kalıyorlar; fakat öğrenci bu dili öğrenene kadar gecen süreçte müfredatta yer alan konulara bir hayli yabancı kalıyorlar. Bu durum çocuklarımızda okuduğunu anlamama, Türkçe düşünememe ve düşündüklerini dile getirememe gibi sonuçlara yol açıyor. Bu tür problemlerin çocukların eğitim hayatlarını nasıl etkilediğini siz düşünün sevgili okurlarım
NOT: Beş yıl içinde yaşadığım edindiğim tecrübelere, yorum da katarak bu yazı dizisini devamı gelecek şeklinde sizlerle paylaşmak istedim. 

    Bu coğrafyayı daha iyi anlamanız dileğiyle….
Category:
Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...